Toprakla Baş Başa
Sabahın en karanlık saatinde kalkıyoruz.
Çadırın içi soğuk, sessiz. Sobanın közleri sönmüş, hava keskin.
Bir parça ekmek, biraz peynir, bir yudum çay…
Bu, günün ilk yakıtı.
Dışarı çıkınca gökyüzü hâlâ karanlık, yıldızlar parlıyor.
Ayak bastığım toprak soğuk ama canlı; sanki bizden önce uyanmış gibi.
Tarlaya doğru yürürken ayaklarımızın altında çamur çıtırdar.
Etrafta kimse yok, sadece altı kişiyiz.
İki kişi kancayla söküyoruz, dört kişi bıçakla yaprak kesiyor.
Toprağa makineler girmiyor, traktör yok, ses yok.
Sadece biz varız — ve toprakla aramızda eski bir anlaşma gibi bir bağ.
İlk kancayı toprağa geçiriyorum.
Demir kökü bulur, hafifçe kaldırırım, sonra iki elle çekerim.
Pancar kökünden “şap” diye kopar, çamur sıçrar yüzüme.
Ellerim hemen toprağa bulanır, kancanın soğuğu avuçlarıma işler.
Arada bir kök inat eder, çıkmaz.
O zaman dizimle bastırırım, tüm gücümle asılırım.
Toprakla çekişiriz, ama sonunda ben kazanırım.
Pancarı kenara atar, sıradakine geçerim.
Arkamda bıçak sesleri başlar: “şık, şık, şık...”
Metal toprakla buluşur, yapraklar birer birer kesilir.
Her pancarın başı, kökü ve emeği ayrılır.
Güneş yavaş yavaş doğarken toprak buhar çıkarır.
O an tarlanın kokusu her yere yayılır —
ıslak toprak, kesilmiş yaprak, ter ve sabah serinliği birbirine karışır.
Kimse konuşmaz.
Sadece kancanın sesi, bıçağın sesi, nefeslerin sesi duyulur.
Arada bir biri iç çeker, bir diğeri elini siler ama kimse şikâyet etmez.
Burada her şey sessizlikle yapılır.
Çünkü biz biliriz, pancar sabır ister, toprak da dinlemeyi sever.
Öğleye doğru kısa bir mola verilir.
Pancarların arasına otururuz.
Kimde ne varsa paylaşılır: ekmek, soğan, biraz peynir, biraz çay.
Rüzgâr esmez, güneş tam tepededir.
Ellerimiz çatlamış, kancanın sapı avuçta iz bırakmış ama içimiz rahattır.
Çünkü sabah bomboş olan yer şimdi yığın yığın doludur.
Sonra yeniden işe koyuluruz.
Her kanca darbesiyle biraz daha ilerleriz.
Her pancar çıktıkça, toprak biraz daha hafifler sanki.
Güneş batıya eğilmeye başladığında artık kimsenin gücü kalmaz ama kimse bırakmaz.
Son birkaç sırayı da bitiririz.
Son pancarı söküp kenara koyduğumda, içimden sessizce “tamam” derim.
Bugün de bitti.
Tarlaya bakarım; sabahın sessizliğiyle başlayan yer şimdi dolu dolu.
Her pancarda birimizin izi, her yığında birimizin teri vardır.
Ne traktör geçti, ne makine sesi duyuldu.
Sadece biz vardık, altı kişi ve toprak.
Akşam olduğunda çadıra döneriz.
Hava serinler, gökyüzü mora döner.
Biri ateşi yakar, biri çay kaynatır.
Ellerim hâlâ kanca tutuyormuş gibi sızlar.
Çayı yudumlarken sessizce düşünürüm:
Bugün de kazandık — parayla değil, alın teriyle.
Sabah yine kalkacağız.
Yine kancayı toprağa geçireceğiz.
Çünkü toprak bizi tanır, biz de toprağı.

Bu konuya henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...